22 Aralık 2010 Çarşamba

Omonia Araştırması


Geçen gün hangi takımı araştırıp yazsam diye kara kara düşünürken Apoel – Pınar Karşıyaka basketbol maçındaki olayları gördüm ve aklıma, geneli milliyetçi olan Apoel taraftarlarına; tribünlerinde zaman zaman açtıkları KKTC bayrakları ve giydikleri Che Guevara tişörtleriyle karşılık veren, ezeli rakibi Omonia takımı geldi.

Omonia kelime olarak “birlik” anlamına gelmektedir. Kulübün tam adı ise; “ Athletic Club Omonia Nicosia”… Burada Nicosia, Lefkoşa oluyor… Bir nevi Lefkoşa Birliği gibi… Omonia , 1948 yılında Kıbrıs adasının en büyük şehri olan Lefkoşa’da kurulmuş. Kulüp, Kıbrıs Birinci Ligi’nin ezeli rakibi Apoel ile birlikte en başarılı iki takımından biri. İki takımın da lig tarihinde 20 şampiyonlukları var. O yüzden bu sezon aralarındaki rekabet daha da önemli hale gelmiş durumda… Çünkü kazanan şampiyonluklarda bir adım öne çıkacak. Omonia’nın tarihine baktığımızda 1973-74 ve 1984-85 arasındaki 12 sezonda 11 şampiyonluk yaşadığını görüyoruz. Zaten Apoel’i bu dönemde yakalayıp geçmişler… Bu yıllardan sonra kulüp, duraklama evresine girmiş. Son 21 sezona baktığımızda sadece 4 şampiyonlukları var. Geçen sezon 6 yıl aradan sonra şampiyonluk yaşamışlar. Bu sezon da 15 maç sonunda rakipleri lider Apoel’in 7 puan gerisine düşmüş durumdalar. Sezonun bitmesine daha 11 maç var fakat formda Apoel’i yakalamaları pek kolay gözükmüyor. Kulübün efsanesi tartışmasız Sotiris Kaiafas… Kaiafas, 1967-84 yılları arasında Omonia’da oynamış, Kıbrıs Ligi’nde 8 kez gol kralı olmuş, 1976 yılında Avrupa Altın Ayakkabı ödülünü kazanmış, Uefa tarafından 20. yüzyılın en iyi Kıbrıslı oyuncusu seçilmiş bir isim… Şimdilerde ise kadrosundaki en tanıdık isimler Lomana Lua Lua ve 2005-2007 yılları arası Ankaraspor forması giymiş kaleci Dragoslav Jevric… Takımın isminin anlamının birlik olmasından mıdır bilinmez ama şu anda kadroda bulunan 26 oyuncudan 14’ü farklı uyruklara sahip… Ek olarak; Omonia, maçlarını yaklaşık 23.000 kişilik GSP Stadı’nda oynamakta… İşin enteresan tarafı bu stadı şehrin diğer takımları ve ezeli rakipler Apoel ve Olympiakos Nicosia da kullanmakta…


Gelelim Omonia tribünlerine… Takımı, Yunanistan iç savaşı sırasında kurulan ve aşırı milliyetçi kesimin desteklediği Apoel’e karşı, solcu kesimin kurduğu biliniyor. Hatta kulübü kuran kişilerin Apoel’in sağ görüşüne uymayan kişiler tarafından tepkisel olarak kurulduğu da söyleniyor. Bu bakımdan da Omonia taraftarı, Apoel taraftarlarınca “hain“ olarak görülüyor. İşin diğer boyutu da Apoel taraftarları bu bağlamda onları, Celta Vigo taraftarının Deportivo La Coruna taraftarına yakıştırdığı gibi; “Türklük” ile suçluyor! Onlar da aynı Deportivo taraftarının verdiği karşılık gibi; tribünlerde Türk bayrakları ve KKTC bayrakları açıyor. 

 

Kulübün en ünlü taraftar grubu Gate 9… Apoel taraftarı gibi saldırgan ve aşırı milliyetçi bir duruş sergilemezler tribünde… Genel anlamda kulübün isminin anlamı olan birlik ve dostluk mesajları vermekten de kaçınmazlar ayrıca… Bu bakımdan Omonia, Kıbrıs Rum Kesimi’nin en özel kulübüdür gözümde... Umarım ilerleyen yıllarda Avrupa kupalarında da daha güzel işler yaparlar.
Saldır Omonia!

20 Aralık 2010 Pazartesi

Athletic Bilbao > CD Baskonia



Athletic Bilbao’nun nasıl bir takım olduğunu Avrupa futboluyla ufaktan ilgili birçok kişi bilir. Real Madrid ve Barcelona ile birlikte La Liga kurulduğundan beri (1929) bu ligde mücadele etmiş ve hiç düşmemiş üç takımdan biridir. Kimi zaman düşme potasında görmüşüzdür Bilbao’yu, kimi zaman bu sene olduğu gibi Avrupa Kupalarına katılmaya çalışırken... Fakat  La Liga tarihinde hiç de azımsanmayacak kadar ( 8 kez şampiyon, 7 kez ikinci ) kafaya oynamış da bir takımdır Bilbao... Bu takımın La Liga başarısının dışında bir diğer göze çarpan özelliği de tahmin ettiğiniz gibi kadrosunda sadece Bask kökenli oyunculara yer veriyor olması. Üst sıralara da oynasalar, küme düşmemeye de oynasalar hiçbir zaman değiştirmedikleri gelenekleri bu... Bu geleneğe ne kadar sadık olduklarını anlatmak için küçük bir örnek Lizerazu olabilir… Kulübün tarihindeki ender yabancılardan olan Bixente Lizerazu, kulüpte oynadığı tek sezon olan 1996-1997 yılı boyunca kendi taraftarlarınca ıslıklanmış. Üstelik de Lizerazu, Bask bölgesinin Fransa sınırına dahil olan Saint-Jean-de-Luz bölgesi doğumlu… Yani o da aslında bir Basklı!

Şimdi gelelim asıl konumuza… La Liga gibi bir ligde çok güçlü takımlara karşı mücadele etmiş Bilbao nasıl olur da böylesine kalıcı olabilir? Elbette çeşitli maddelerle açıklayabiliriz bu başarıyı... İstikrar, futbol kültürü, yönetim başarısı, sistem… Fakat bu maddelerin en üstünde tabii ki altyapı geliyor. Bu  bakımdan CD Baskonia takımı Bilbao açısından çok önemli... CD Baskonia, 1997 yılından bu yana Bilbao’nun B takımından sonra gelen üçüncü takımı olmuş. Yakın geçmişte hep İspanya’nın 4. Ligi’nde mücadele etmişler. Bu sezon da aynı ligdeler. Yani Bilbao ile pilot takım olduğundan beri lig atlamamışlar. Zaten tarihlerinde; 7 sezon ikinci ligde, 8 sezon üçüncü ligde ve 44 sezon 4. ligde oynamışlar. Bu durum, basit olarak bakıldığında, Bilbao ile pilot takım olduklarından bu yana, sportif başarı anlamında bir gelişme gösteremediklerini anlatıyor. Fakat Bilbao açısından durum çok farklı... Bilbao’nun bugünkü kadrosunda bulunan 24 oyuncudan 11’i profesyonel kariyerine Baskonia forması ile başlamış. Geçmişte Baskonia forması giymiş en tanıdık isimler ise; “Hakan Şükür tipi forvet” Fernando Llorente, şu sıralar kendini Birleşik Arap Emirlikleri Ligi’nde harcayan, fakat -ortaokul ve lise yıllarımda İspanya Ligi özetlerini Trt verirken- hep o müthiş sol ayağıyla attığı gollerle hatırlayacağım Francisco Yeste, şimdilerde Deportivo kalesini koruyan Aranzubia, tecrübeli defans oyuncusu Luis Prieto ve doğuştan Basklı olmasa da Bilbao efsanesi olma yolunda ilerleyen Amorebieta…


Bask bölgesine yakın bir yer olan Pamplona bölgesinin takımı olan Osasuna altyapısında forma giymiş oyuncular da var Bilbao kadrosunda… Bu küçücük coğrafyada kurduğu altyapı sistemi ve bu sisteme daima bağlı kalmasıyla Avrupa’da her zaman en çok kıskandığım takım olmuştur Athletic Bilbao. Tabii taraftarın kulübe bağlılığını ve San Mames stadını da söylemeden geçmeyelim. ( Yukarıdaki fotoğraf karesinde görünen; Barcelona’ya geçen sene 4-1 kaybettikleri İspanya Kupası finali sonrası şehirde takımı karşılayan 80.000 taraftar ve Bilbao'lu oyuncular...)
Saldır Bilbao!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Rusya'daki tribün sorunu


Rusya’da son zamanlarda artan ırkçılık haberlerine bir yenisi de Kremlin Meydanı’ndan geldi..Spartak Moskova taraftarı polisle çatışmış. Çünkü, 6 Aralık’ta Kuzey Kafkasyalı gençlerden oluşan bir grup ile Spartak Moskova taraftarı arasında kavga çıkar, bu kavgada bir Spartak Moskova taraftarı silahla vurularak öldürülür. Yaklaşık 6 bin Spartaklı da arkadaşlarının öldürüldüğü otobüs durağına çiçekler ve Spartak yazılı atkılar bırakarak onu anmak isterler. Fakat durum göründüğü kadar masum değil. Ulusalcı ve dazlakların da destek vererek provake ettiği söylenen olaylarda işin içine polisler de girince tabi ortalık iyice karışır. Meydanda dev yılbaşı ağacı da ateşe verilir, polislere demir parçaları atan taraftarlara polis daha sert müdahale eder. Moskova emniyet müdürü Spartak taraftarı temsilcileriyle olayların büyümemesi ve taraftarı öldüren kişilerin yakalanacağı yönünde toplantı yapar.
Yaralıların çok olduğu yönünde bilgiler var. Üstelik ağır yaralılar da varmış. Spartaklı taraftarlara karşılık, Kafkasyalı gençler de ilerleyen günlerde protesto yürüyüşü düzenleyecekleri söyleniyor. Görünen o ki; kavgayla patlak veren bu olaylar artık etnik bir sorun haline dönüşmüş durumda…


Geçtiğimiz aylarda da Lokomotif Moskova taraftarı tribünlerde eski oyuncuları, Taşkent doğumlu fakat Nijerya milli takımında oynayan, Peter Odemwingie aleyhine pankart açmıştı. Pankartta, Odemwingie’yi Lokomotif Moskova takımından transfer ettiği için West Bromwich kulübüne teşekkür ettiklerini belirtmişti Lokomotif Moskova taraftarı…
Son yıllarda patlak veren ırkçı olaylar ve takımların bu yüzden aldığı cezalar düşündürücü. Bu tarz haberlerin arka arkaya Rusya’dan gelmesi daha da düşündürücü. Üstelik 2018 Dünya Kupası organizasyonunu daha yeni almışken.

İşçi ziyareti


Bu akşam Manchester United – Arsenal maçı var. Alex Ferguson ile Arsene Wenger’in takımlarının kapışmasını, bir nevi istikrarın sahadaki yansımasını izlemek elbette büyük keyif verecektir.
Fakat bu maçın önüne geçen başka bir olay var… Şili’deki sel felaketinden sonra yerin yüzlerce metre altında mahsur kalan madenciler tam 69 gün sonra 14 Ekim’de kurtarılmışlardı. İşte bu emekçiler bu akşam saat 22.00’da Manchester United’ın sponsorlarından olan Şilili bir şarap üreticisi vasıtasıyla Old Traffold’un koltuklarında bu mücadeleyi izleyebilecek.
Sahadaki mücadele elbette üst düzey olacak. Ancak tribündeki bu 33 emekçinin verdiği mücadeleye kıyasla hiçbir önemi yok benim açımdan, o ayrı mesele…

7 Aralık 2010 Salı

Ternana Araştırması


Ternana, İtalya’da futbol tribün kültürü açısından Livorno’dan sonra tribünlerinde “sol” görüşün sesisin çokça yükseldiği kulüplerin başında gelmekte.. Rossoverdi( Kırmızı-yeşil)’lerin  en belirgin bu özelliğinin yanı sıra kulübü daha yakından tanıyalım:

İtalya’nın başkentine yakın Terni şehrinin takımı olan Ternana, 1925 yılında kurulur. İtalya II. Ligi’nden başlayan Ternana, hemen bir sene sonra İtalya I. Ligi'ne (zamanımızın Serie B’si) yükselir. 1929 yılında İtalya’da faşist rejimin de etkisiyle birlikte “Unione Fascista Ternana” olarak isimlenir. Bunda tabi İtalyan diktatör Benito Mussolini’nin de payı büyüktür… İtalya’da II. Dünya Savaşı sonrası futbolun tekrar başlamasıyla, 1946’da Ternana tekrar Serie B’ye döner. Fakat kulüp 1972 – 1973 sezonuna kadar İtalya alt liglerinde asansör takım olarak dolaşır. 1972 – 1973 sezonunda ilk kez Serie A’da oynamaya hak kazanan Ternana alt liglerde kazandığı asansör takım ünvanını ilk kez oynamaya başladığı Serie A’da da sürdürerek o sezon tekrar düşer. Takip eden sezonda ise yeniden ve son kez Serie A’da oynamaya hak kazanırlar. Fakat yine tutunamazlar. 1974 – 1975 sezonunun sonunda bir daha çıkamamak üzere Serie B’ye düşerler. Milan efsanesi Cesare Maldini’nin 1976-77 ve şu sıralar Juventus’un teknik direktörlüğünü de yapan Luigi Delneri’nin de 1996-98 yılları arasında çalıştırdığı Ternana, o yıllardan sonra bir türlü Serie A yüzü göremez. Fakat Delneri takımı, Serie C’den Serie B’ye çıkartmayı başarır. 2006 yılına kadar Serie B’de mücadele ettikten sonra Serie C’ye düşen Ternana, şu sıralar Serie C1B’de mücadele etmekte... Oynadıkları ligde şu anda 16 maç sonunda 12. konumdalar. Geçen sene averajla kaçırdıkları Serie B’ye yükselme maçlarını oynamak için çok yakın konumda değiller bu yıl. Gol yollarında sıkıntıları büyük… Kadrosuna baktığımızda; Roma altyapısı çıkışlı ve Roma’dan kiralık olarak alınan 21 yaşındaki forvet Claudio Della Penna, 2006 yılında İtalya’da en iyi genç oyuncu seçilen Torino altyapısı çıkışlı 24 yaşındaki ortasaha Tommaso Vailatti en göze çarpan oyuncuları... Bu takımda yakın geçmişte oynamış en büyük oyuncu ise kuşkusuz Fabrizio Miccoli.. 4 sene boyunca formasını giydiği kulüpte taraftarla arası hep çok iyi olmuştur Miccoli’nin…


En bilindik tribün toplulukları  RedBoys olan ve taraftarı, futbol takımından daha çok ses getiren bir kulüp olmasından dolayı da, 22.000 kişilik Stadio Libero Liberati tribünlerini hep doldurmuştur Ternanalılar, sadece bir maç hariç… Oynayacakları bir Salernitana maçında stadın kapılarını açamayınca ne Salernitanalı futbolcular, ne Ternanalı futbolcular ve taraftarlar, ne de hakemler stada girebilirler. Sonucunda hükmen kazanır maçı konuk Salernitana…

Bu yılın Ağustos ayında kulübün yeni patronu olan Angelo Deodato, Serie B’ye çıkmayı amaçladıklarını söylemişti geldikten hemen sonra… Bu sezonki görüntüleri pek umut verici gözükmese de, temennilerimiz sol kanattan yapılan Ternana ortalarının artık gol olması yönünde…
Saldır Ternana! 

24 Kasım 2010 Çarşamba

Frosinone Araştırması


Frosinone, ne Livorno ya da Lazio gibi uç özelliklere sahip olan bir takım, ne geçmişinde belirli başarılar elde etmiş bir takım, ne de taraftarları çok taşkınlık yapan ve adından söz ettiren bir takım.
İtalya’nın Roma ile Napoli şehirlerine hemen hemen eşit uzaklıkta ikamet eden bu Sarı-Mavili takım ilk olarak 1928 yılında kurulmuş. İlk kurulduğunda kırmızı ve mavi renklere sahip “Canarini” yani Kanaryalar, 1991 yılında yeniden yapılanmaya gitmişler. Bu yeniden yapılanma köklü bir değişiklik tabi. Yenilenme gibi küçük çaplı bir olay değil… Yıllarca Serie D, Serie C2 gibi İtalya’nın 4. , 5. , 6. kademesindeki liglerde mücadele eden Frosinone 2005-2006 yılında Napoli ile birlikte tarihinde ilk kez Serie B’ye yükselme hakkını elde etmiş. Zaten kulübün, 1991 – 2007 yılları arasında Juventus ile lig mücadelesi oynamak en dikkat çekici başarıları arasında, her ne kadar 1-0 ve 2-0’lık sonuçlarla bu maçları kaybetmiş olsalar da…
Frosinone, Serie B’de olduğu 2006’dan beri ligi 10 ile 16 arasında bitirmiş. Bu, lige tutunabilmiş olduklarının göstergesi bir anlamda… Bunu hala kadrosunda bulunan birkaç tecrübeli oyuncuya borçlular tabii ki. Bunlar; Palermo, Parma, Lecce, Chievo gibi takımlar görmüş kaleci Vincenzo Sicignano, 1990’lı yıllarda İtalya 18 yaşaltı ve 21 yaşaltı takımlarında da forma giymiş, aynı zamanda Christian Vieri ile yarışabilecek düzeyde kariyeri olan (oynadığı takım sayısı bakımından) tecrübeli defans oyuncusu Gennaro Scarlato ve Napoli altyapısı çıkışlı Antonio Bocchetti…
Frosinone şu sıralar 16 haftası geride kalmış Serie B’de aldığı dengesiz sonuçlar ile yine şaşırtmayarak 16. sırada bulunuyor... Fakat son Pescara maçı yağmur nedeniyle yarıda kaldığı için bir maçı eksik. Bu arada maçlarını da yaklaşık 10.000 kapasiteli Stadio Matusa’da oynamaktalar.


Frosinone takımının en dikkat çekici yönü asansör takım olmamaları. Bir takım düşünün ilk kez Serie B’ye yükselip, üst üste 4 sezon aynı çizgisini koruyabiliyor. Aldığı sonuçların sürekli dengesiz olması bile bir istikrardır aslında. Asansör takım kavramına karşı belki de çok uç bir örnek Frosinone. Çünkü halihazırda Seria A’da Chievo örneği gözümüzü çıkarırken… Ancak, kişisel sempatim dolayısıyla ve gecenin bu saati can sıkıntısından onlara böyle bir torpil geçmek istedim.
Saldır Frosinone!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Se Viene... El Superclasico


Yıllardır kendi ligimizdeki derbileri hep dünyanın bir numarası olarak görür ve o gözle bakarız. Fakat 90 dakikanın sonunda büyük hayal kırıklıkları yaşarız. Peki, bir derbiyi 1 numara yapan değerler nelerdir? Mücadele mi? Taraftarlarının büyüklüğü mü? Saha içi ve saha dışında yaşanan olaylar mı yoksa iki takımın uluslar arası futboldaki başarısı mı? Evet, yarın akşam sadece Arjantin değil, tüm dünyanın gözü El Monumental’de olacak.

Bu büyük derbi öncesi sizlere iki takımın tarihinden ve geçmiş derbilerde yaşanan olaylardan, iki takımı kıyaslayarak bahsetmek istedim.

River Plate, 5 Mayıs 1901’de Arjantinli gençler tarafından kurulurken, Boca Juniors bundan 4 yıl sonra 3 tane İtalyan göçmen kardeşin kurduğu bir takımdır. River Plate tarihi boyunca 33 lig şampiyonluğunun yanı sıra, 2 tane de Copa Libertadores  şampiyonluğu yaşamışken, Boca Juniors‘ın ise 23 lig şampiyonluğuyla birlikte, 4’ü son 10 yılda olmak üzere toplamda 6 kere bu kupayı almaya hak kazanmıştır.

River Plate’li taraftarlar Boca Juniors’lu taraftarların fakirlikleriyle alay edip deplasmana maça gittiklerinde çoğu stadın etrafında maske takar ve stadın etrafının “bosteros” yani leş koktuğunu iddia ederler. Boca’lı taraftarlar ise River Plate’i takmış oldukları lakapta da anlaşılacağı gibi burjuvalıkla suçlarlar fakat geçmişe indiğimizde bu burjuvalığın nedeni biraz farklıdır. Bu iki ezeli rakip Buenos Aires’in aynı mahallesinde kurulmuştur, aralarında oynadıkları ilk maçta büyük olaylar çıkar ve maç tamamlanamaz bunun ardından da River Plate bu olaylar sonrası o mahalleden, Buenos Aires’in Nunez mahallesine taşınıp “Los Milionarios” lakabını alırlar. Fakat bu zorunlu göç de iki takım arasındaki husumeti durdurmaz, aksine zamanla olayların çığırından çıkmasına neden olur. İki takım arasından geçmişten bu yana çıkan olaylarda her iki takımdan toplamda 50 taraftar ölmüştür. Bu iki takım arasındaki rekabet anlayışı o kadar değişiktir ki 1994 de River’in 2–0 yendiği bir maç sonrası Boca’lı taraftarlar 2 River taraftarını öldürür. Bu olay sonrası Boca’lı taraftarın olaya bakış açısını anlatan bir grafitti mahallelerinde görülür:”river 2-boca 2 & simdi berabereyiz! " hatta bir sonraki boca macinda su pankart açılır. "kahramanlar, sizinle gurur duyuyoruz !" 2 River taraftarına ithafen yazılan bu pankart rekabettin artik spor olmaktan çıkıp bir savaşa dönüştüğünü açıkça ortaya koyar. Ayrıca bu iki takımın sponsorları da farklıdır ve iki taraftar grubu içinde rakip sponsorun ürününü kullanmak kulübe yapılmış bir ihanettir.

Bu iki büyük takımın elbette tarihlerinde de büyük oyuncular bulunmaktadır. Bunların en başında geleni de elbette Boca’lı taraftarların tanrı olarak gördüğü Maradona gelmektedir. Boca’lı taraftarların bir diğer göz ağrısı ise attığı 228 golle takım tarihinin en çok gol atan oyuncusu olan Martin Palermo’dur. River tarihine baktığımızda ise Angel Labruna, Enzo Francescoli ve Alfredo di Stefano iz bırakan oyuncular olmuştur. Bu iki takım ayrıca alt yapılarına vermiş oldukları önemle birlikte Arjantin’den Avrupa’nın önde gelen takımlarına oyuncu akışını yıllarca başarıyla sürdürmüşlerdir. Fakat son yıllarda Arjantin’de bu iki takımın hegemonyası yıkılmış durumda ve bu büyük maç öncesi River ligde 12. sırada bulunurken, Boca 15. sırada bulunmaktadır. Fakat bu düşüşün derbinin büyüklüğüne yansıdığını söylemek hayalcilikten öteye geçmez.


Aslında Boca Juniors - River Plate maçı sadece bir futbol karşılaşması değildir. Ülkenin %40 Boca’yı, %33’ü River’i tuttuğundan bir ülkenin kendi içindeki kavgasıdır. Yarın izleyeceğimiz maç belki şampiyonu belirlemeyecek ama ertesi gün Buenos Aires’te kimin söz sahibi olacağını belirleyecek.

Küçük bir not maçı izlemek isteyecek Türk sporseverlerin saat 00.00 da Spormax’i açmaları yeterli…

Yazan : Samet Yılmaz

11 Kasım 2010 Perşembe

"Ireland's number one"


Manchester United'ın hala devam eden Alex Ferguson'lu yıllarının başından şimdiki dönemine kadar efsane oyuncuları saysak birçoğumuzun aklına John O'Shea ismi gelmez. Bu çok anormal bir durum değil zaten. Ancak 29 yaşındaki bu İrlandalı Alex Ferguson'un yarattığı efsanenin kimyası açısından önemli ipuçları vermekte... 
John Francis O'Shea, 1999 yılında bir Lig Kupası maçında, Villa Park'ta Aston Villa'ya karşı ilk Manu macerasına başlamış. Daha sonra gelişime açık birçok Manchester United'lı gibi önce Bournemouth'a, sonra da pilot takım Antwerp'e kiralanmış pişmesi için... O dönemlerde İrlanda 21 yaşaltı takımında da görev yapmış. 2002 yılında ise tekrar Manchester'a dönüp, ilerleyen yıllarda takımın demirbaşları arasına girmeyi başardı John O'Shea.. Bunu ne teknik becerisi, ne estetik vuruşları ne de süratiyle gerçekleştirdi. Ferguson'un vazgeçilmezlerinden olan O'Shea'nin istikrarı, profesyonelliği ve her pozisyonda oynayabilme özelliği onu bu konuma getirdi. Kapris yapmayan, iyi oynadığı bir maç sonrası tekrar yedek kalınca takıma küsmeyen bir oyuncu John O'Shea... Bu arada her pozisyonda oynayabilme özelliğini de açarsak; sağ bek, stoper, sol bek, önlibero, zaman zaman sağ açık veya sol açık, ve kaleci oynamışlığı vardır.. Kaleci derken abartmadım. Bir Tottenham maçında kaleye geçip, maç 1-1 devam ederken Van der Sar'ın kuratabileceğinden şüphe duyduğum, karşı karşıya bir pozisyonda Tottenham forvetine geçit vermemişti İrlandalı. Hatta Manu taraftarı ona "Ireland's number one" lakabı bile takmıştır maçta.. Bir de 2006-2007 sezonunda Chelsea'nin Mourinho'suna karşı alınan anlamlı şampiyonluğun en önemli maçlarından birinde, Anfield Road'ta Liverpool'a uzatma dakikalarında attığı golle takımına galibiyeti getirmiştir. Arka planda olmasından dolayı takımı adına gerektiğinde sorumluluk almaktan da kaçmamıştır hiçbir zaman bu mülayim tipli İrlandalı. 


Kariyerinde 4 Premier Lig, 1 FA Cup, 2 Lig Kupası, 4 Community Shield, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 Kıtalararası Kupa şampiyonluğu yaşamıştır takımıyla birlikte. Manchester United'ın makine düzeninde işleyen sisteminin bana göre en önemli adamlarından biri olmuştur. Elbette bu başarılarda -özellikle Şampiyonlar Ligi başarılarında- dönemin yıldızları Tevez'in ve C.Ronaldo'nun payı büyüktür. Ancak unutmamak gerekir ki United'ta Tevezler, C.Ronaldolar geçicidir, O'Shea kalıcı...

5 Kasım 2010 Cuma

Altyapının zaferi Afc Ajax


Futbola dair hafızamda kalan en net fotoğraflardan biri 1995 yılındaki Şampiyonlar Ligi finali olan Afc Ajax - Ac Milan maçının devre arası skorudur. İlk yarısı 0-0 biten maçın sonucu değil de, devre arası sonucu neden mi hafızamda kalmıştır? Çünkü, o zamanlar ilkokul 2. sınıf öğrencisi ve sabahçı olduğumdan Şampiyonlar Ligi maçlarını devre arasına kadar izleyebiliyordum. Aslında bazen yorganın arasından göz ucuyla takip ettiğim maçlar da oluyordu bitene kadar... Neyse, maçı ve kupayı Van Gaal yönetiminde zamanının en iyi takımları araştırmalarına kesin olarak girebilecek ve her zaman ABN-AMRO reklamıyla hatırlayacağımız Afc Ajax, o zamanlar 19 yaşındaki golcüsü Kluivert'ın 85. dakikadaki golüyle 1-0 kazanmıştı. Altyapının zaferi olarak nitelendirilebilecek bu efsane kadronun yaş ortalamasının 23 olması ve aynı sezonda hem Hollanda Ligi'ni, hem de Kıtalararası kupayı kaldırması hep akıllarda kalacaktır. Üstelik bunu kulübün altyapısında da çalışmış bir hoca ile başarmaları unutulmamalıdır. 

Finalde karşılaşan iki efsane takımın maçında şu oyuncular oynamıştı; 

Afc Ajax : Van der Sar, Reiziger, Blind(c), Rijkaard, Frank de Boer, Seedorf, G.Finidi, E.Davids, Ronald de Boer, Litmanen, Overmars... Oyuna girenler; Kanu(54), Kluivert(69)     
Hoca: Luis Van Gaal

Ac Milan : Rossi, Panucci, Maldini, Albertini, Costacurta, Baresi(c), Donadoni, Desailly, Massaro, Z.Boban, M.Simone... Oyuna girenler; S.Eranio(90), G.Lentini(86)
Hoca: Fabio Capello

4 Kasım 2010 Perşembe

Pippo "70"

Mourinho, dün oynanan AC Milan-Real Madrid maçından önce Inzaghi'nin AC Milan'ın en tehlikeli oyuncusu olduğunu söylemişti aslında.. Bunu Ibrahimovic, Robinho ya da Ronaldinho gibi oyuncuları etki altına almak için mi söyledi, yoksa gerçekten böyle mi düşünüyordu bilinmez. Fakat gerçek olan şu ki yolun yarısını geçmiş olan 37'lik Inzaghi Avrupa Kupalarında 70. golünü atıp Müller'i geçti. Üstelik Müller'in doğum günü olan 3 Kasım'da... 
Inzaghi'nin beğeneni çok yoktur. Çünkü birçok kişiye göre Inzaghi'nin attığı goller "şans"tır. Fakat o "şans"ı yakalamak için doğru zamanda, doğru yerde bulunmak gerektiğini de unutmayalım. Günümüzde, spektaküler hareketler yapan, uzaktan sert vuruşları etkili olan ya da teknik kapasitesi üst düzey olan oyuncular popülerdir... Inzaghi ise birebirde etkili değildir. Inzaghi'nin fizik gücü de yüksek değildir. Bunu 37 yaşında olmasından dolayı söylemedim, Juventus'ta oynarken de böyleydi. Inzaghi hızını da kullanmaz, çünkü hızlı değildir. Ancak nasıl olur da bu adam Avrupa Kupaları tarihinin en çok gol atan oyuncusu olur? Hollanda futbolunun babası Johan Cruyff'un iki sözü Inzaghi'nin bu başarısındaki sır perdesini aralıyor;
"Futbol basittir. Zor olan basit futbol oynamaktir."
"En güzel gol, boş kaleye atılan goldür."
Bu arada dün attığı 2.gol ofsayttı Inzaghi'nin. Kariyerinde ise 6905 kez ofsayta yakalanmış sayılan bu golü dışında... Konu hakkında ise Manchester United'ın babası Ferguson çooook önceden Inzaghi'yi şöyle tanımlamıştır; 
"That lad must have been born offside."

2 Kasım 2010 Salı

Belenenses Araştırması

Bu sene Portekiz liginde en çok dikkat çeken şey ne Porto'nun daha 9 haftadan 8 puan fark yapması, ne de diğer büyüklerden en az birinin yarışın çok gerisinde kalması. En çok dikkat çeken olay; Lizbon şehrinin takımı olan ve Porto, Benfica, Sporting Lizbon, Boavista'nın dışında bu ligte şampiyonluğu bulunan (1945-1946) tek takım olan Belenenses'in bir alt ligte olması. Portekiz 2. Ligi'nde 6 haftada sadece 6 puan toplamaları ve düşme hattında olmaları da daha üzücü bir durum. Üstelik bu takımın İnönü Stadı'na inanılmaz benzer bir konumu ve görüntüsü olan Estadio do Restolo adında bir stadı mevcut. Fotoğraftan da anlaşıldığı gibi beleştepesi bile var stadın. Bir Championship Manager efsanelerinden olan Evandro Roncatto ve Meyong Ze'nin yakın geçmişte bu takımın hücum hattını oluşturduklarını da ekleyelim. Şu anda kadrolarındaki en tanıdık isim ise eski Kayserisporlu Milan Purovic. Umarım kişisel olarak çok sempati beslediğim bu takım bir an önce toparlar ve ait olduğu yere geri döner.
Saldır Belenenses!

1 Kasım 2010 Pazartesi

George "Best!"


O isminin yeşil sahaların dışında da konuşulmasını sağlayan futbol tarihinin ilk büyük yıldızı ve Manchester United’ta 7 numara efsanesini başlatan ilk isimdi. Tıpkı Manchester United teknik direktörü Sir Matt Busby'nin telefonuna gecenin bir yarısı bırakılan mesajda olduğu gibi onu yeteneklerinin doğuştan geldiğine şüphe yoktu. 60’lı yılların sonlarına doğru Manchester United ile yakaladığı başarı sonrası hem taraftarın hem de basının ilgi odağı haline gelen Best medya tarafından Beatles’ın 5. ve yeni üyesi olarak tanıtılıyordu fakat Best’in ilgi alanı the Beatles’tan çok farklıydı. Fakat o sonunu hazırlayacak olan alkol ve kadınlara olan düşkünlüğüyle yıllar ilerledikçe futboldan uzaklaştı. Best alkole ve kadınlara olan tutkusunu şu unutulmaz cümlelerle anlatmış:

“1969 yılında kadınları ve alkolü bırakmaya karar verdim. Hayatımın en kötü 20 dakikasıydı."
"Bazı şeyleri çok özlüyorum. Meselâ Kanada Güzeli, İngiltere Güzeli, Dünya Güzeli."
"Hatunlara, kumara, hızlı arabalara çok para harcadım. Gerisini ise sadece çarçur ettim."

Aslına bakarsanız Best’i  en iyi anlatacak sözleri o dönemlerin futbol dünyasındaki önemli insanları söylemiş:

Cantona: "Cennetteki ilk antrenmanında sağ açığa geçip, sol bekteki Tanrı’nın başını döndürecektir. Bana takımında bir yer ayırmasını çok isterim. Yok, hayır, Tanrı’nın değil Best’in takımında elbette…"

Johnny Giles: "Pele, Best kadar yetenekli değil.. Ve kesinlikle Cruyff'dan iyiydi çünkü Best'in cesareti vardı." 

Sir Bobby Charlton: "O'nu koruyamadık. Ondan iyisi olmadı belki de olmayacak." 

Ama Best’i en iyi anlatan cümleler Maradona’nın onun için” idolüm” Pele’nin ise “en iyisi” yorumunu yapmasından sonra bir İrlanda atasözü açıklıyor:


Pele good, Maradona better…George BEST


Yazan : Samet Yılmaz

Sosyalist Ergic

Bursaspor, yarın tarihinin en önemli maçlarından birinde Manchester United ile karşılaşacak. Ivan Ergic ise bu maç için kendi aldığı 630 bileti parası yetmeyen taraftara dağıtmış. Sanırım böyle bir jest, olası bir Manchester zaferinden daha çok mutlu etmiştir Bursaspor taraftarını. Bu arada unutmadan söyleyelim; Ivan Ergic zamanın Yugoslavya'sında doğmuş bir Karl Marx hayranı... Ayrıca   kendisi Şampiyonlar Ligi tarihinde de yerini almış ve bu ligin 2500. golünü kaydetmiş. 
Yaptığı bu büyük jest ile yarın bir gol atıp Bursaspor tarihine de geçmeyi fazlasıyla haketmiştir sosyalist Ergic.

Bitirim İkili

Futbol tarihinde birçok uyumlu ikili bulunsa da yakın tarihte Dwight Yorke - Andrew Cole ikilisi akıllarda büyük yer etmiştir. Futbol hayatlarında birçok kulüpte oynayan ikili hayatlarının en formda dönemlerini birlikte oynadıkları 1998-2001 yılları arasında yaşamışlardır. Bu 3 sezonda ikili, yaklaşık 120 gol atmış ve Manchester United takımının birçok başarısında önemli rol oynamışlardır. Trinidad Tobago'lu Dwight Yorke 2009, İngiliz Andrew Cole ise 2008 yılında aktif futbol hayatına son vermiştir. Manchester United takımının bu ikilinin birlikte oynadığı 3 yılda, 1 UEFA kupası şampiyonluğu ve 1 FA Cup şampiyonluğunun yanısıra, 3 yılda da Premier Lig'de şampiyon olması, futbolun bireysellikten çok bir takım oyunu olduğunu ve uyum kavramının önemlini göstermiştir.

Yazan : Can Alp

31 Ekim 2010 Pazar

Brezilya efsanesi Garrincha


Sanırım Garrincha, futbol tarihinde alması gereken övgüyü ve saygınlığı alamayan futbolcuların başında gelir. Futbol hayatı boyunca sadece Botafogo ile Brezilya milli takımlarının formasını giyen Garrincha 581 maçta 232 gol atmıştır ve daha ilginç bir istatistiği ise; Brezilya milli takımıyla 60 maça çıkmış ve bunlarda takımı, 52 galibiyet, 7 beraberlik ve sadece bir mağlubiyet almıştır. Bu mağlubiyet de onun milli takıma veda maçı olmuştur. 1958, 1962 ve 1966 yıllarında dünya kupasında mücadele eden Brezilya takımını hatırlayan herkesin aklına ilk Pele’nin ismi gelir ama bakıldığında Brezilyanın altın çağını yaşadığı o dünya kupalarında takımın en önemli oyuncusu Garrincha'ydı. Belki de Pele’nin de olduğu o takımda durumu en iyi anlatılacak sözleri 1958 yılında final maçının 4. dakikasında yenilen golden sonra bir zamanlar Fenerbahçe’yi de çalıştıran Didi söylüyordu. Top elinde santraya yürürken ardından gelen arkadaşlarına "Sakin olun, topu Garrincha'ya verin " demişti. Fakat Garrincha sadece 13 yıl futbol oynayabildi. Saha dışındaki kuralsız ve âlemci yaşamı onun sadece 49 sene yaşamasına izin verdi. Fakat Garrincha hep akıllarda 50'li yılların sonundaki gibi Brezilya milli takımının sağ kanadındaki kabile reisi olarak kalacak…

Yazan : Samet Yılmaz

28 Ekim 2010 Perşembe

Maldini ( 1932 - ∞ )

Transfer dönemlerinde sürekli forma satışları üzerinden atılıp, tutulur. Birçok taraftar yeni transferin adını formasının arkasına yazdırır. Fakat o oyuncu bir sonraki sezon gidebilir, rakibe transfer olabilir ya da rezil performans sergileyip rakiplerce espri konusu olabilir. Bu formalar da sandığa, çöpe ya da yakılmaya bırakılır.
Milan taraftarı için formasının arkasına yazdırılacak bir isim varsa bu kesinlikle Ronaldinho, Robinho, Ibrahimovic değil, Maldini'dir. 
Paolo'nun oğlu henüz 14 yaşında... Bakalım ilerleyen senelerde babasının ve dedesinin yanına bir kupalı fotoğraf da o koyabilecek mi?

Şahsına Münhasır "Gazza"

Günümüzde sorunlu futbolcu kavramı fazlasıyla gündeme gelirken, güncelliğini yitirmiş olan Paul Gascoigne bu konuda ünvanını kimselere bırakmayacak bir futbolcu. O, en çok futbol hayatının son yılları ve daha sonrasında yaşadığı alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile tanınsa da, futbol hayatı da çok sakin geçen bir isim değil. Newcastle United, Totthenham Hotspur, Lazio, Glasgow Rangers, Middlesbrough, Everton gibi takımların formasını giyen Gazza futbol hayatının son yıllarında Çin Ligi yada İngilterenin alt liglerinde forma giydi. Ancak Çin liginde Gansu Tianma forması giyerken bile SARS virüsünü bahane edip, kontratını iptal ederek ABD takımlarından Boston United'a gitti. Takım otobüsünü çalıp kaza yapan, saha içinde "sert" pozisyonlara giren, çıplak olarak klüp binasında dolaşan, alkol alarak maçlara çıkan, teknik direktörü'yle kavga eden ve daha bir çok olayın içinde bulunan Gazza sorunlu futbolcu tanımı için biraz sıradışı bir isim.
Teknik direktörlük kariyeri de pek parlak olmayan Gazza daha sonraki yıllarını rehabilitasyon merkezlerinde ve adliyelerde yaşadı. Uyuşturucu kullanmaktan, kavgalara karışmaktan, kapalı bir bara girmeye çalışmaktan ve daha bir çok suçtan yargılanan yıldız artık hayata tutunmaya çalışmakta ve eski parlak günlerini çok geride bırakmaktaydı. İngiltere Milli formasını 57 kez giyen, İtalyan ekibi Lazio'ya transfer olduğu sene İngiltere'de İtalya Serie A liginin yayınlanmaya başladığını düşünürsek, bir yıldız olması gerekenden çok daha hazin bir sonla karşı karşıya olduğunu görebiliriz. 

Yakın zamanlarda alkollü araba kullanmaktan ve uyuşturucu bulundurmaktan tutuklananan Gazza, en son olarak bir otel odasında alkol zehirlenmesi yaşamış ve hastaneye kaldırılmıştır. Olayın tanıklarından biri ise Gazza'nın bir pub'den çıktıktan sonra bir taksi çağırdığını taksiciden £20 borç alarak marketten içki aldığını söylemiştir. Hakemin düşen kartını maç içinde yeri geldiğinde hakeme gösteren Gascoigne, hayata karşı da bu kadar cesur olunca akıllarda geri kalan hayatı için büyük şüpheler uyandırmaktadır. Ancak gerek futbol sanatıyla, gerekse haşarı tavırlarıyla hep akıllarda olacaktır.

Yazan: Can Alp

27 Ekim 2010 Çarşamba

Hami topun başında...

Bir Trabzonspor-Beşiktaş maçı... Trabzonspor frikik kullanıyor. Topun başında doğal olarak Hami Mandıralı var. Barajda ise tam 10 Beşiktaş'lı. Diğer Beşiktaş'lı ise haliyle kalede... 
Hami'yi ben her zaman Avni Aker'de o sezonun Uefa Kupası şampiyonu olacak olan Schalke 04 maçıyla hatırlarım. İlk maç Almanya'da 1-0 bitmiş, rövanşta ise 2-0 geriye düştüğü maçta Hami'nin iki ve adını hatırlamadığım diğer oyuncunun golüyle 3-2 öne geçen, fakat sonra yediği golle 3-3 biten maç sonrası elenen takım Trabzonspor olmuştu.

Maradona & Messi

      








İki fotoğraf arasında formalar ve futbol topunun rengi dışında pek fark yok gibi...

Cantona affetmez


The Independent onun için; "Şair Rimbaud gibi şiir okuyor, Rambo gibi tekme atıyor!" diye yazmıştı. Diğer topçular gibi rock ya da pop değil, ortaçağ müziğine müptelaydı, boş zamanlarında soyut resim çalışıyordu, yine aynı tarihlerde Mutluluk Çayırdadır adlı filmde rol kesti, Michael Brown'un yaptığı tabloda İsa olarak tasvir edildi, bir aralar Tenesse Williams'ın ünlü İhtiras Tramvayı'nın haklarını satın almaya kalkıştı, en büyük hayalinin Marlon Brando'nun oynadığı bir film prodüksiyonu yapabilmek olduğunu söyledi. Bazen ağır konuştu büyük usta; "Sanatçı karanlık bir odayı aydınlatan ışıktır benim gözümde. Dünya Kupası finalinde Pele'nin pasıyla Rimbaud'nun şiirleri arasında bir fark yoktur benim için!" -Hakan Dilek'in bir yazısından kısaca Eric Daniel Pierre Cantona...

Unutmadan bu da Cantona'dan gelsin; "Ben belli bir takıma karşı oynamam, ben yenilme olayına karşı oynarım.” 

Barcelona & Mourinho

Barcelona ve Mourinho'yu şu sıralar yanyana kullanmak pek hayırlı olmaz. Ama Mourinho geçmişte, Barcelona yedek kulübesinin koltuklarını defalarca aşındırmış. Bir zamanlar yanında takıldığı Van Gaal sevdiği bir kaç teknik direktörden biri. Van Gaal, bu fotoğrafta kulübenin reisi olarak yer alıyor her zamanki not defteriyle...
Fotoğrafta küçük bir detay daha var. O da sağdan üçüncü kişi... Pep...

"Shankly lives forever."


Liverpool efsanesidir Bill Shankly. Liverpool'u Liverpool yapan isimlerin başında gelir. Her ne kadar şu günlerde Premier Lig'te düşme hattında da olsa diğer takımlardan her zaman farklıdır Liverpool. 
Bu Liverpool efsanesi aynı zamanda sosyalist duruşuyla da taraftarların gönlünde ayrı bir yer edinmiştir; "Sosyalizm bence kollektiflik, beraberce çalışmaktır. Bu, hayatta da böyle, futbolda da..." 

Roberto Baggio " Il Divin Codino"

Çoğumuz onu 1994'te kaçırdığı efsane penaltıyla hatırlar. Ancak Baggio futbolun bu acımasız anıyla hatırlarda kalmayı hiç haketmemiştir. Üstelik Baggio penaltıyı kaçırmamış olsa bile bir sonraki penaltıyı Brezilya gol yapsa yine şampiyon olacaktı... 
Çevirdiği bir reklam filminde Baggio'nun sözleri efsanedir; "94'te bir hata yaptım ve ülkem kaybetti. O penaltıyı 4 yıl boyunca her gün kaçırdım. 4 yıl sonra başka bir penaltıyı kullanmayı seçtim. İzleyen kaç insan o penaltıyı atacağıma inanıyordu hiçbir zaman bilemeyeceğim fakat önemli olan şu ki ben inanıyordum. Geçmişin hataları geleceğin tecrübeleridir. Yola devam." 
Efsaneden gelsin yine ; "Penaltıyı sadece onu atmayı düşünen cesurlar kaçırır."