24 Kasım 2010 Çarşamba

Frosinone Araştırması


Frosinone, ne Livorno ya da Lazio gibi uç özelliklere sahip olan bir takım, ne geçmişinde belirli başarılar elde etmiş bir takım, ne de taraftarları çok taşkınlık yapan ve adından söz ettiren bir takım.
İtalya’nın Roma ile Napoli şehirlerine hemen hemen eşit uzaklıkta ikamet eden bu Sarı-Mavili takım ilk olarak 1928 yılında kurulmuş. İlk kurulduğunda kırmızı ve mavi renklere sahip “Canarini” yani Kanaryalar, 1991 yılında yeniden yapılanmaya gitmişler. Bu yeniden yapılanma köklü bir değişiklik tabi. Yenilenme gibi küçük çaplı bir olay değil… Yıllarca Serie D, Serie C2 gibi İtalya’nın 4. , 5. , 6. kademesindeki liglerde mücadele eden Frosinone 2005-2006 yılında Napoli ile birlikte tarihinde ilk kez Serie B’ye yükselme hakkını elde etmiş. Zaten kulübün, 1991 – 2007 yılları arasında Juventus ile lig mücadelesi oynamak en dikkat çekici başarıları arasında, her ne kadar 1-0 ve 2-0’lık sonuçlarla bu maçları kaybetmiş olsalar da…
Frosinone, Serie B’de olduğu 2006’dan beri ligi 10 ile 16 arasında bitirmiş. Bu, lige tutunabilmiş olduklarının göstergesi bir anlamda… Bunu hala kadrosunda bulunan birkaç tecrübeli oyuncuya borçlular tabii ki. Bunlar; Palermo, Parma, Lecce, Chievo gibi takımlar görmüş kaleci Vincenzo Sicignano, 1990’lı yıllarda İtalya 18 yaşaltı ve 21 yaşaltı takımlarında da forma giymiş, aynı zamanda Christian Vieri ile yarışabilecek düzeyde kariyeri olan (oynadığı takım sayısı bakımından) tecrübeli defans oyuncusu Gennaro Scarlato ve Napoli altyapısı çıkışlı Antonio Bocchetti…
Frosinone şu sıralar 16 haftası geride kalmış Serie B’de aldığı dengesiz sonuçlar ile yine şaşırtmayarak 16. sırada bulunuyor... Fakat son Pescara maçı yağmur nedeniyle yarıda kaldığı için bir maçı eksik. Bu arada maçlarını da yaklaşık 10.000 kapasiteli Stadio Matusa’da oynamaktalar.


Frosinone takımının en dikkat çekici yönü asansör takım olmamaları. Bir takım düşünün ilk kez Serie B’ye yükselip, üst üste 4 sezon aynı çizgisini koruyabiliyor. Aldığı sonuçların sürekli dengesiz olması bile bir istikrardır aslında. Asansör takım kavramına karşı belki de çok uç bir örnek Frosinone. Çünkü halihazırda Seria A’da Chievo örneği gözümüzü çıkarırken… Ancak, kişisel sempatim dolayısıyla ve gecenin bu saati can sıkıntısından onlara böyle bir torpil geçmek istedim.
Saldır Frosinone!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Se Viene... El Superclasico


Yıllardır kendi ligimizdeki derbileri hep dünyanın bir numarası olarak görür ve o gözle bakarız. Fakat 90 dakikanın sonunda büyük hayal kırıklıkları yaşarız. Peki, bir derbiyi 1 numara yapan değerler nelerdir? Mücadele mi? Taraftarlarının büyüklüğü mü? Saha içi ve saha dışında yaşanan olaylar mı yoksa iki takımın uluslar arası futboldaki başarısı mı? Evet, yarın akşam sadece Arjantin değil, tüm dünyanın gözü El Monumental’de olacak.

Bu büyük derbi öncesi sizlere iki takımın tarihinden ve geçmiş derbilerde yaşanan olaylardan, iki takımı kıyaslayarak bahsetmek istedim.

River Plate, 5 Mayıs 1901’de Arjantinli gençler tarafından kurulurken, Boca Juniors bundan 4 yıl sonra 3 tane İtalyan göçmen kardeşin kurduğu bir takımdır. River Plate tarihi boyunca 33 lig şampiyonluğunun yanı sıra, 2 tane de Copa Libertadores  şampiyonluğu yaşamışken, Boca Juniors‘ın ise 23 lig şampiyonluğuyla birlikte, 4’ü son 10 yılda olmak üzere toplamda 6 kere bu kupayı almaya hak kazanmıştır.

River Plate’li taraftarlar Boca Juniors’lu taraftarların fakirlikleriyle alay edip deplasmana maça gittiklerinde çoğu stadın etrafında maske takar ve stadın etrafının “bosteros” yani leş koktuğunu iddia ederler. Boca’lı taraftarlar ise River Plate’i takmış oldukları lakapta da anlaşılacağı gibi burjuvalıkla suçlarlar fakat geçmişe indiğimizde bu burjuvalığın nedeni biraz farklıdır. Bu iki ezeli rakip Buenos Aires’in aynı mahallesinde kurulmuştur, aralarında oynadıkları ilk maçta büyük olaylar çıkar ve maç tamamlanamaz bunun ardından da River Plate bu olaylar sonrası o mahalleden, Buenos Aires’in Nunez mahallesine taşınıp “Los Milionarios” lakabını alırlar. Fakat bu zorunlu göç de iki takım arasındaki husumeti durdurmaz, aksine zamanla olayların çığırından çıkmasına neden olur. İki takım arasından geçmişten bu yana çıkan olaylarda her iki takımdan toplamda 50 taraftar ölmüştür. Bu iki takım arasındaki rekabet anlayışı o kadar değişiktir ki 1994 de River’in 2–0 yendiği bir maç sonrası Boca’lı taraftarlar 2 River taraftarını öldürür. Bu olay sonrası Boca’lı taraftarın olaya bakış açısını anlatan bir grafitti mahallelerinde görülür:”river 2-boca 2 & simdi berabereyiz! " hatta bir sonraki boca macinda su pankart açılır. "kahramanlar, sizinle gurur duyuyoruz !" 2 River taraftarına ithafen yazılan bu pankart rekabettin artik spor olmaktan çıkıp bir savaşa dönüştüğünü açıkça ortaya koyar. Ayrıca bu iki takımın sponsorları da farklıdır ve iki taraftar grubu içinde rakip sponsorun ürününü kullanmak kulübe yapılmış bir ihanettir.

Bu iki büyük takımın elbette tarihlerinde de büyük oyuncular bulunmaktadır. Bunların en başında geleni de elbette Boca’lı taraftarların tanrı olarak gördüğü Maradona gelmektedir. Boca’lı taraftarların bir diğer göz ağrısı ise attığı 228 golle takım tarihinin en çok gol atan oyuncusu olan Martin Palermo’dur. River tarihine baktığımızda ise Angel Labruna, Enzo Francescoli ve Alfredo di Stefano iz bırakan oyuncular olmuştur. Bu iki takım ayrıca alt yapılarına vermiş oldukları önemle birlikte Arjantin’den Avrupa’nın önde gelen takımlarına oyuncu akışını yıllarca başarıyla sürdürmüşlerdir. Fakat son yıllarda Arjantin’de bu iki takımın hegemonyası yıkılmış durumda ve bu büyük maç öncesi River ligde 12. sırada bulunurken, Boca 15. sırada bulunmaktadır. Fakat bu düşüşün derbinin büyüklüğüne yansıdığını söylemek hayalcilikten öteye geçmez.


Aslında Boca Juniors - River Plate maçı sadece bir futbol karşılaşması değildir. Ülkenin %40 Boca’yı, %33’ü River’i tuttuğundan bir ülkenin kendi içindeki kavgasıdır. Yarın izleyeceğimiz maç belki şampiyonu belirlemeyecek ama ertesi gün Buenos Aires’te kimin söz sahibi olacağını belirleyecek.

Küçük bir not maçı izlemek isteyecek Türk sporseverlerin saat 00.00 da Spormax’i açmaları yeterli…

Yazan : Samet Yılmaz

11 Kasım 2010 Perşembe

"Ireland's number one"


Manchester United'ın hala devam eden Alex Ferguson'lu yıllarının başından şimdiki dönemine kadar efsane oyuncuları saysak birçoğumuzun aklına John O'Shea ismi gelmez. Bu çok anormal bir durum değil zaten. Ancak 29 yaşındaki bu İrlandalı Alex Ferguson'un yarattığı efsanenin kimyası açısından önemli ipuçları vermekte... 
John Francis O'Shea, 1999 yılında bir Lig Kupası maçında, Villa Park'ta Aston Villa'ya karşı ilk Manu macerasına başlamış. Daha sonra gelişime açık birçok Manchester United'lı gibi önce Bournemouth'a, sonra da pilot takım Antwerp'e kiralanmış pişmesi için... O dönemlerde İrlanda 21 yaşaltı takımında da görev yapmış. 2002 yılında ise tekrar Manchester'a dönüp, ilerleyen yıllarda takımın demirbaşları arasına girmeyi başardı John O'Shea.. Bunu ne teknik becerisi, ne estetik vuruşları ne de süratiyle gerçekleştirdi. Ferguson'un vazgeçilmezlerinden olan O'Shea'nin istikrarı, profesyonelliği ve her pozisyonda oynayabilme özelliği onu bu konuma getirdi. Kapris yapmayan, iyi oynadığı bir maç sonrası tekrar yedek kalınca takıma küsmeyen bir oyuncu John O'Shea... Bu arada her pozisyonda oynayabilme özelliğini de açarsak; sağ bek, stoper, sol bek, önlibero, zaman zaman sağ açık veya sol açık, ve kaleci oynamışlığı vardır.. Kaleci derken abartmadım. Bir Tottenham maçında kaleye geçip, maç 1-1 devam ederken Van der Sar'ın kuratabileceğinden şüphe duyduğum, karşı karşıya bir pozisyonda Tottenham forvetine geçit vermemişti İrlandalı. Hatta Manu taraftarı ona "Ireland's number one" lakabı bile takmıştır maçta.. Bir de 2006-2007 sezonunda Chelsea'nin Mourinho'suna karşı alınan anlamlı şampiyonluğun en önemli maçlarından birinde, Anfield Road'ta Liverpool'a uzatma dakikalarında attığı golle takımına galibiyeti getirmiştir. Arka planda olmasından dolayı takımı adına gerektiğinde sorumluluk almaktan da kaçmamıştır hiçbir zaman bu mülayim tipli İrlandalı. 


Kariyerinde 4 Premier Lig, 1 FA Cup, 2 Lig Kupası, 4 Community Shield, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 Kıtalararası Kupa şampiyonluğu yaşamıştır takımıyla birlikte. Manchester United'ın makine düzeninde işleyen sisteminin bana göre en önemli adamlarından biri olmuştur. Elbette bu başarılarda -özellikle Şampiyonlar Ligi başarılarında- dönemin yıldızları Tevez'in ve C.Ronaldo'nun payı büyüktür. Ancak unutmamak gerekir ki United'ta Tevezler, C.Ronaldolar geçicidir, O'Shea kalıcı...

5 Kasım 2010 Cuma

Altyapının zaferi Afc Ajax


Futbola dair hafızamda kalan en net fotoğraflardan biri 1995 yılındaki Şampiyonlar Ligi finali olan Afc Ajax - Ac Milan maçının devre arası skorudur. İlk yarısı 0-0 biten maçın sonucu değil de, devre arası sonucu neden mi hafızamda kalmıştır? Çünkü, o zamanlar ilkokul 2. sınıf öğrencisi ve sabahçı olduğumdan Şampiyonlar Ligi maçlarını devre arasına kadar izleyebiliyordum. Aslında bazen yorganın arasından göz ucuyla takip ettiğim maçlar da oluyordu bitene kadar... Neyse, maçı ve kupayı Van Gaal yönetiminde zamanının en iyi takımları araştırmalarına kesin olarak girebilecek ve her zaman ABN-AMRO reklamıyla hatırlayacağımız Afc Ajax, o zamanlar 19 yaşındaki golcüsü Kluivert'ın 85. dakikadaki golüyle 1-0 kazanmıştı. Altyapının zaferi olarak nitelendirilebilecek bu efsane kadronun yaş ortalamasının 23 olması ve aynı sezonda hem Hollanda Ligi'ni, hem de Kıtalararası kupayı kaldırması hep akıllarda kalacaktır. Üstelik bunu kulübün altyapısında da çalışmış bir hoca ile başarmaları unutulmamalıdır. 

Finalde karşılaşan iki efsane takımın maçında şu oyuncular oynamıştı; 

Afc Ajax : Van der Sar, Reiziger, Blind(c), Rijkaard, Frank de Boer, Seedorf, G.Finidi, E.Davids, Ronald de Boer, Litmanen, Overmars... Oyuna girenler; Kanu(54), Kluivert(69)     
Hoca: Luis Van Gaal

Ac Milan : Rossi, Panucci, Maldini, Albertini, Costacurta, Baresi(c), Donadoni, Desailly, Massaro, Z.Boban, M.Simone... Oyuna girenler; S.Eranio(90), G.Lentini(86)
Hoca: Fabio Capello

4 Kasım 2010 Perşembe

Pippo "70"

Mourinho, dün oynanan AC Milan-Real Madrid maçından önce Inzaghi'nin AC Milan'ın en tehlikeli oyuncusu olduğunu söylemişti aslında.. Bunu Ibrahimovic, Robinho ya da Ronaldinho gibi oyuncuları etki altına almak için mi söyledi, yoksa gerçekten böyle mi düşünüyordu bilinmez. Fakat gerçek olan şu ki yolun yarısını geçmiş olan 37'lik Inzaghi Avrupa Kupalarında 70. golünü atıp Müller'i geçti. Üstelik Müller'in doğum günü olan 3 Kasım'da... 
Inzaghi'nin beğeneni çok yoktur. Çünkü birçok kişiye göre Inzaghi'nin attığı goller "şans"tır. Fakat o "şans"ı yakalamak için doğru zamanda, doğru yerde bulunmak gerektiğini de unutmayalım. Günümüzde, spektaküler hareketler yapan, uzaktan sert vuruşları etkili olan ya da teknik kapasitesi üst düzey olan oyuncular popülerdir... Inzaghi ise birebirde etkili değildir. Inzaghi'nin fizik gücü de yüksek değildir. Bunu 37 yaşında olmasından dolayı söylemedim, Juventus'ta oynarken de böyleydi. Inzaghi hızını da kullanmaz, çünkü hızlı değildir. Ancak nasıl olur da bu adam Avrupa Kupaları tarihinin en çok gol atan oyuncusu olur? Hollanda futbolunun babası Johan Cruyff'un iki sözü Inzaghi'nin bu başarısındaki sır perdesini aralıyor;
"Futbol basittir. Zor olan basit futbol oynamaktir."
"En güzel gol, boş kaleye atılan goldür."
Bu arada dün attığı 2.gol ofsayttı Inzaghi'nin. Kariyerinde ise 6905 kez ofsayta yakalanmış sayılan bu golü dışında... Konu hakkında ise Manchester United'ın babası Ferguson çooook önceden Inzaghi'yi şöyle tanımlamıştır; 
"That lad must have been born offside."

2 Kasım 2010 Salı

Belenenses Araştırması

Bu sene Portekiz liginde en çok dikkat çeken şey ne Porto'nun daha 9 haftadan 8 puan fark yapması, ne de diğer büyüklerden en az birinin yarışın çok gerisinde kalması. En çok dikkat çeken olay; Lizbon şehrinin takımı olan ve Porto, Benfica, Sporting Lizbon, Boavista'nın dışında bu ligte şampiyonluğu bulunan (1945-1946) tek takım olan Belenenses'in bir alt ligte olması. Portekiz 2. Ligi'nde 6 haftada sadece 6 puan toplamaları ve düşme hattında olmaları da daha üzücü bir durum. Üstelik bu takımın İnönü Stadı'na inanılmaz benzer bir konumu ve görüntüsü olan Estadio do Restolo adında bir stadı mevcut. Fotoğraftan da anlaşıldığı gibi beleştepesi bile var stadın. Bir Championship Manager efsanelerinden olan Evandro Roncatto ve Meyong Ze'nin yakın geçmişte bu takımın hücum hattını oluşturduklarını da ekleyelim. Şu anda kadrolarındaki en tanıdık isim ise eski Kayserisporlu Milan Purovic. Umarım kişisel olarak çok sempati beslediğim bu takım bir an önce toparlar ve ait olduğu yere geri döner.
Saldır Belenenses!

1 Kasım 2010 Pazartesi

George "Best!"


O isminin yeşil sahaların dışında da konuşulmasını sağlayan futbol tarihinin ilk büyük yıldızı ve Manchester United’ta 7 numara efsanesini başlatan ilk isimdi. Tıpkı Manchester United teknik direktörü Sir Matt Busby'nin telefonuna gecenin bir yarısı bırakılan mesajda olduğu gibi onu yeteneklerinin doğuştan geldiğine şüphe yoktu. 60’lı yılların sonlarına doğru Manchester United ile yakaladığı başarı sonrası hem taraftarın hem de basının ilgi odağı haline gelen Best medya tarafından Beatles’ın 5. ve yeni üyesi olarak tanıtılıyordu fakat Best’in ilgi alanı the Beatles’tan çok farklıydı. Fakat o sonunu hazırlayacak olan alkol ve kadınlara olan düşkünlüğüyle yıllar ilerledikçe futboldan uzaklaştı. Best alkole ve kadınlara olan tutkusunu şu unutulmaz cümlelerle anlatmış:

“1969 yılında kadınları ve alkolü bırakmaya karar verdim. Hayatımın en kötü 20 dakikasıydı."
"Bazı şeyleri çok özlüyorum. Meselâ Kanada Güzeli, İngiltere Güzeli, Dünya Güzeli."
"Hatunlara, kumara, hızlı arabalara çok para harcadım. Gerisini ise sadece çarçur ettim."

Aslına bakarsanız Best’i  en iyi anlatacak sözleri o dönemlerin futbol dünyasındaki önemli insanları söylemiş:

Cantona: "Cennetteki ilk antrenmanında sağ açığa geçip, sol bekteki Tanrı’nın başını döndürecektir. Bana takımında bir yer ayırmasını çok isterim. Yok, hayır, Tanrı’nın değil Best’in takımında elbette…"

Johnny Giles: "Pele, Best kadar yetenekli değil.. Ve kesinlikle Cruyff'dan iyiydi çünkü Best'in cesareti vardı." 

Sir Bobby Charlton: "O'nu koruyamadık. Ondan iyisi olmadı belki de olmayacak." 

Ama Best’i en iyi anlatan cümleler Maradona’nın onun için” idolüm” Pele’nin ise “en iyisi” yorumunu yapmasından sonra bir İrlanda atasözü açıklıyor:


Pele good, Maradona better…George BEST


Yazan : Samet Yılmaz

Sosyalist Ergic

Bursaspor, yarın tarihinin en önemli maçlarından birinde Manchester United ile karşılaşacak. Ivan Ergic ise bu maç için kendi aldığı 630 bileti parası yetmeyen taraftara dağıtmış. Sanırım böyle bir jest, olası bir Manchester zaferinden daha çok mutlu etmiştir Bursaspor taraftarını. Bu arada unutmadan söyleyelim; Ivan Ergic zamanın Yugoslavya'sında doğmuş bir Karl Marx hayranı... Ayrıca   kendisi Şampiyonlar Ligi tarihinde de yerini almış ve bu ligin 2500. golünü kaydetmiş. 
Yaptığı bu büyük jest ile yarın bir gol atıp Bursaspor tarihine de geçmeyi fazlasıyla haketmiştir sosyalist Ergic.

Bitirim İkili

Futbol tarihinde birçok uyumlu ikili bulunsa da yakın tarihte Dwight Yorke - Andrew Cole ikilisi akıllarda büyük yer etmiştir. Futbol hayatlarında birçok kulüpte oynayan ikili hayatlarının en formda dönemlerini birlikte oynadıkları 1998-2001 yılları arasında yaşamışlardır. Bu 3 sezonda ikili, yaklaşık 120 gol atmış ve Manchester United takımının birçok başarısında önemli rol oynamışlardır. Trinidad Tobago'lu Dwight Yorke 2009, İngiliz Andrew Cole ise 2008 yılında aktif futbol hayatına son vermiştir. Manchester United takımının bu ikilinin birlikte oynadığı 3 yılda, 1 UEFA kupası şampiyonluğu ve 1 FA Cup şampiyonluğunun yanısıra, 3 yılda da Premier Lig'de şampiyon olması, futbolun bireysellikten çok bir takım oyunu olduğunu ve uyum kavramının önemlini göstermiştir.

Yazan : Can Alp