5 Nisan 2012 Perşembe

Zdenek Zeman'ın 4-3-3'ü...




Zdenek Zeman adını duyduğumda aklıma gelen ilk şey Fenerbahçe’nin en kötü zamanlarıdır. Oynatmaya çalıştığı 4-3-3 taktiğinde Fenerbahçe’de zamanın ileri üçlüsü; Moldovan, Boliç ve Preko’ydu… Durumun vahametini siz düşünün artık. Tabii Zeman yönetiminde takımın meşhur maçta Pendikspor’a elenmesi ve maçtan sonra Zeman’ın “hakem penaltımızı vermedi.” diye bir serzenişte bulunması da ben dahil bütün Fenerlileri çileden çıkarmıştır. Neyse, Türkiye macerasında çok başarısız olan Zeman’ın çalıştırdığı takımlara ufaktan bakalım…

Zeman, ilk olarak Palermo genç takımıyla başladığı kariyerinde daha sonra Foggia’da görev yapmıştır. Burada adını duyuran Zeman, çok uzun sürmeyen Parma ve Messina maceralarından sonra tekrar Foggia’ya dönmüştür. Foggia’da geçirdiği 5 sezonun ardından Lazio yolunu tutan Çek hoca, buradan da şehrin diğer takımına, ezeli rakip Roma’ya geçmiştir. Roma’dan sonra geldiği İstanbul’da istediği ortamı bulamayan Zeman, daha sonra sırasıyla Napoli, Salernitana, Avellino, Lecce, Brescia, Kızılyıldız ve 3. Kez Foggia’da görev yapmıştır. Foggia’ya üçüncü kez gelişiyle birlikte, Foggia’nın Fatih Terim’i de olmuştur aynı zamanda… Fakat benim burada dikkati çekmek istediğim performansı tabii ki 2004-05 sezonunda Lecce’nin başında sergilemiştir. Takımın oynadığı inanılmaz zevkli hücum futbolu ve sezon başında düşer gözüyle bakılan Lecce’nin ligi 44 puanla 10. sırada tamamlamasının haricinde, takımın attığı 66 gol ( Sezonu lider tamamlayan Juventus’tan sonra en çok gol atan 2. takım) ve yediği tam 73 gol ( Ligin en çok gol yiyen takımı) olması da Zeman’ın taktiğinin İtalya Ligi’nde nasıl sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir.Tabii Zeman’ın bu sonuçları almasında en önemli etmenlerden biri de Vucinic ( o dönemde 21 yaşında) ve Bojinov ( o dönemde 19 yaşında)’un inanılmaz bir sezon geçirmiş olmasıydı. Bu ikili, o sezon atılan 66 golün 30’una imza atmışlardı. O zamanki Lecce kadrosunda en dikkat çeken diğer isimler ise; Samuele Dalla Bona (6 gol), Marco Cassetti ( sağ bek olmasına rağmen 4 gol), Guillermo Giacomazzi ( 5 gol) ve Alex Pinardi ( 4 gol)…


Gelelim bu sezon Serie B’de harikalar yaratan takımına, Pescara’ya… Bir önceki sezon 42 maçta sadece 44 gol atabilen Pescara, Zdenek Zeman’ın gelmesinden sonra 33 maç geride kalan Serie B’de şimdiden 65 gole ulaşmış durumda. Tabii henüz ligin bitmesine 9 hafta varken yedikleri 48 gol, geçtiğimiz sene tüm sezon boyunca yedikleri toplam gol sayısıydı. 2011-12 sezonunun Pescara’sı Serie B’de oynadığı 33 maçın 24’ünde hem gol atmış, hem gol yemiş. İddaacıların deyimiyle tam bir “karşılıklı gol var” takımı… Sadece 2 maçta gol atamayan ve bu sezon oynadığı hiçbir maç 0-0 bitmemiş bir takım Zeman’ın 4-3-3 oynattığı Pescara’sı… Lecce’nin başındayken oluşturduğu genç forvet hattını Pescara’da da oluşturmuş durumda. Takımın golcüsü Ciro Immobile ( 22 yaşında) 23 gol ve diğer genç golcü Lorenzo Insigne ( 20 yaşında) 11 gol, 11 asist ile oynamakta şu ana kadar…

Çok fazla rakamsal veri verdiğimin farkındayım ancak bu çılgın Çek’in oynattığı oyun sisteminin ne kadar farklı ve sıra dışı olduğunu vurgulamak ancak rakamsal verilerle mümkün olabiliyor. Üstelik yukarda belirtilen rakamların La Liga’da değil de Serie A ve Serie B gibi liglerde yapmış olması, içinde bulunduğu durumu daha da çekici kılıyor benim gözümde… Tabii siz, gelsin bizim 1. Lig’deki Kartalspor’da, Konyaspor’da bu istatistikleri yakalasın diyebilirsiniz. Ancak şuna eminim ki, Zeman aynı performansı bu iki takımda da gösterebilecek çılgınlığa ve inatçılığa sahip.

2 Şubat 2012 Perşembe

Martin O'Neill sonrası Sunderland!


Aslında bu Kuzey İrlandalı hakkında çok şey söylemek gerekir. Dünya üzerinde en beğendiğim teknik adamların açık ara başında gelir. Celtic'te ve Aston Villa'da yakaladığı başarıların yanı sıra oynattığı güzel futbolla da hep dikkat çekmiştir O'Neill. 2000 yılından günümüze kadar olan periyotta yaptıklarından çok kısaca bahsedelim;

Celtic'te 2000-2005 arasında 3 Lig şampiyonluğu, 3 İskoçya Kupası, 1 Lig Kupası kazanıyor, Uefa Kupası'nda ise 2002-03 sezonunda Mourinho'nun efsane Porto'suna 115. dakikada yediği gümüş golle kupayı veriyordu...

2006-07 sezonunda başına geçtiği Aston Villa'da ise bir önceki sezonu 16. tamamlamış takım, ligi 11. sırada bitiriyor ve takip eden 3 sezonda da ligte 6. sırayı kimselere vermiyordu... Bu 4 yıllık macerasında en dikkat çeken nokta ise Martin O'Neill yönetimindeki Aston Villa 4 sezon boyunca performansını hep arttırmıştı. Sezon sonunda topladıkları puan bir önceki sezonda topladıkları puandan hep fazlaydı. Çok kısaca böyle bir menajer Martin O'Neill...

Malumunuz askerlik görevimden dolayı 5 aydır blog'a da, futbola da çok yakın değildim. Askerlik görevim boyunca toplasam 2 saat bakmamışımdır televizyona... Bu kısa süre içerisinde tesadüfen Martin O'Neill'in 3 Aralık 2011'de Sunderland'a imza attığını öğrendim... İşte o imza attıktan sonraki Sunderland'ın performansı;
   
                                   

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Akdeniz havası: AC Ajaccio


Tribünlerin en samimi olduğu ülkelerden biridir Fransa.. Taraftarlar, Akdeniz coğrafyasının oranın insanlarına aşılamış olduğu coşku ve sıcak kanlılıkla destekler takımlarını.. Özellikle de bazı takımların tribünlerinin İtalyan tribünlerinden aşağı kalır tarafı yoktur. Aynı İtalya’daki gibi siyasi görüşleriyle öne çıkan tribünler ve takımlar da vardır. Bunlardan biri de AC Ajaccio…

AC Ajaccio, Fransa’nın İtalya sınırının izdüşümüne (Akdeniz üzerindeki) denk gelen, aynı zamanda Napolyon’un yerlisi olduğu ve Akdeniz’in 4. büyük adası olan Korsika’nın takımı... Ada, Fransızların 2. Dünya Savaşı’nda kurtardıkları ilk toprak olarak da Fransa tarihinde önemli bir yere sahip. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında İtalyanlar tarafından işgal edildiğinden ve İtalya’ya yakın konumda olduğundan, adada İtalyan havasının hakim olduğunu da söyleyebiliriz. Bu durum, adanın iki büyük takımı olan ve doğal olarak rekabet içerisinde olan Ajaccio ve SC Bastia tribünlerine de yansımıştır. İki takım arasındaki bu rekabette genel anlamda Bastia öndedir. Fakat henüz biten Ligue 2’de Ajaccio, sezona çok kötü başlamasına rağmen (ilk 10 maçta 2 galibiyet) 38 hafta sonunda 2. olarak Fransa’nın en üst ligine (Ligue 1) çıkmayı başardı. Fransa’nın 3. Ligi’nde bulunan ezeli rakipleri Bastia ise sezonu şampiyon olarak tamamlayıp Ligue 2’ye yükseldi. Bu bakımdan olası bir “Derby Corse”u da en azından önümüzdeki sezon için ortadan kaldırmış oldular. Ayrıca, Korsika adasının 2010-11 sezonunu rüya gibi bir sonla bitirdiğini de söyleyebiliriz.

Yazının konusunun asıl kahramanı olan Ajaccio takımının son yıllarına baktığımızda; 2002 yılında Ligue 2’de şampiyon olarak Ligue 1’e yükseldiler. Ligue 1’de, -lig atlayan her takım gibi- ilk önce kalıcı olmayı amaçlarlar. Bunu başardıklarını da söyleyebiliriz. Çıktıkları ilk sezonda son haftada aldığı puanla ligde kalırlar. Sonraki sezon yine aynı şekilde son maçı kazanarak ligde kalır Ajaccio... Takım, sezonun kırılma anlarında aldığı puanlarla ligde kalmayı adeta alışkanlık haline getirerek 2004-05 sezonunda da son maçını kazanarak ligde kalır. 3 sezon üst üste düşme potasında mücadele edip, 3 sezon üst üste ligde kalmayı başarmışlardır. Hep iki kez sıçrayan çekirge onlar için üçüncü kez de sıçramıştır. Artık kendilerini bir kademe yukarı taşımak zorundadırlar. Fakat bunu başaramazlar ve 2005-06 sezonunda Ligue 2’ye geri dönerler.. 5 yıllık Ligue 2 macerasından sonra seneye tekrar Ligue 1’de mücadele edecekler.. Taraftar grupları olan “Iguerrieri”nin bir sonraki sezonu sabırsızlıkla beklediğini tahmin etmek güç değil. Bu arada unutmadan söyleyelim maçlarını yaklaşık 12.000 kapasiteli Stade François Coty’de oynuyorlar.

Son olarak ufak da olsa tribünlerinden bahsedelim... Tribünlerinde zaman zaman Che Guevara pankart ve bayrakları açarlar. Bu durum aslında adanın Fransız egemenliğini pek kabul etmeyen ve biraz da asi havasından kaynaklıdır.. Hatta takımın bile Korsika’nın bağımsızlığını savunan bir örgütün amblemini formalarına koyduğu söyleniyor.. Neyse, umarım yeni sezonda da sol kanattan yapılan Ajaccio ortalarının hepsi golle sonuçlanır.
Saldır Ajaccio!

  

13 Mayıs 2011 Cuma

Gizemini koruyan takım: Osasuna


Türk insanının genlerinde vardır zayıfın, ezilen tarafın yanında olmak.. Nerede güçlü ile güçsüz arasındaki fark büyükse, o farkın büyüklüğü kadar ezilen tarafa sempati duyarız… Benim Osasuna sempatim de buna dayanır..

Takımları, tribünleri daha yeni yeni tanımaya başladığım zamanlarda (1990’lı yılların sonu-2000’li yılların başı) Trt’de arada La Liga maçlarının özetlerine denk gelirdim. Futbola olan merakımdan ve ekranda gördüğüm güzel golleri ertesi gün okulda arkadaşlara anlatma hevesinden dolayı, özetlere denk geldiğimde, ormanda ışığa tutulmuş tavşan gibi kilitlenirdim televizyona.. Osasuna da o zamanlar La Liga’nın yeni takımlarındandı. Spiker klişelerinden olan ve insanların diline pelesenk olmuş tabiri ilk o zamanlar duymaya başladım; ender gelişen Osasuna ataklarını… Ne zaman özetlere denk gelsem ya berabere kalırdı Osasuna, ya mağlup olurdu. Çok nadirdi kazandığı, zaten takımın zayıf olduğu çok belliydi, ne zaman bu sefer galiba Osasuna attı golü diye düşünsem, topu kaybedip golü yiyorlardı, bu yüzden spiker Osasuna oyuncularının isimlerini de pek söylemezdi… O zamanlar hiç anlam veremezdim, bu takım sürekli mağlup olur ya da berabere kalır fakat sonraki sene tekrar aynı ligdedir.. Bu yüzden Osasuna, birkaç yıl öncesine kadar hep gizemli bir takımdı benim gözümde.. Şimdi Osasuna’nın bu sır perdesini biraz aralayalım;

Osasuna, İspanya’nın Bask bölgesine yakın olan Pamplona bölgesinin takımı.. Maçlarını yaptığı stadın adı Reyno de Navarra, yaklaşık 19.500 kişilik.. 1920 yılında kurulmuş olan bu takım tam 33 sezon La Liga’da mücadele etmiş.. Son olarak 1999-2000 yılında Las Palmas’ın ardından 2. olarak Segunda Division’u tamamlayıp La Liga’ya yükselmişler. O zamandan beri aralıksız olarak La Liga’da mücadele ediyorlar. La Liga’da elde ettikleri en iyi derece 1990-91 ve 2005-06 sezonlarındaki 4.lükler.. La Liga’da bu kadar az başarısı varsa Avrupa kupalarında hiç yoktur deyebilirsiniz fakat durum öyle değil.. İspanyol takımlarının Avrupa maçlarında farklı oynadıklarını, farklı hava yakaladıklarını az çok biliriz. Osasuna da o klasik İspanyollardan biri.. 2006-07 sezonunda Avrupa’da o sezonu Uefa şampiyonu olarak bitiren Sevilla ile birlikte fırtınalar estiriyorlardı... Bordeaux’yu, G.Rangers’i, B.Leverkusen’i elediler o sezon.. Yarı finale kadar geldiler fakat dediğimiz gibi diğer büyük fırtına Sevilla yuttu onları.. 2000 yılından itibaren yakaladıkları istikrarı takdir etmek gerekir fakat 2007-08 sezonunda düşmekten son hafta Zaragoza’nın Mallorca’yı yenememesi sayesinde kurtuldular.. Bir sonraki sezon ise en destansı ligde kalış hikayelerinden birine imza attılar; ilk 20 haftada sadece 2 galibiyet alan takımın düşmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Düşme potasından hiç çıkamamışlardı.. Biraz toparlanmışlardı fakat halen düşme potasındaydılar son 3 haftaya girildiğinde… Kalan maçları ise; ligi üçüncü bitirecek Sevilla ile içerde, lig şampiyonu Barcelona ile deplasmanda ve ligi ikinci tamamlayacak Real Madrid ile son hafta içerde oynayacaklardı… Bu üç maçın ilkinde Sevilla ile berabere kaldılar. Umutlar iyice tükenmişti. Nou Camp’tan zaferle dönmeleri ve Real Madrid’i içerde yenmeleri gerekiyordu. Barcelona deplasmanından Pandiani’nin 26. dakikadaki golüyle gelen galibiyetle dönüyorlardı. Umutları son haftaya taşımayı başarmışlardı.. Son maçta da içerde 1-0 geriye düşmelerine rağmen Real Madrid’i 2-1 yenerek mucizenin futbol literatüründeki tanımını yeniden yapıyorlardı.. Düşme potasında girdikleri son haftanın bitiminde ligde kalmışlardı.. Bu sezon da benzer bir senaryo vardı fakat Osasuna bu kez işini son haftaya bırakmadan bitime iki hafta kala son 3 maçta aldığı 9 puanla çok rahatlamış durumda…


Büyük takımlara karşı kendi evinde gösterdiği performans İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un üç büyüklere gösterdiği performans gibi.. Osasuna’nın İBB’ye oranla artısı iç saha maçlarında rakipler üzerinde taraftarının yarattığı müthiş baskı.. Bu sene Real Madrid’i yenerken her dakika sahaya ikinci topu atıp oyunu soğutmaları en güncel örnek, bu yüzden çok az miktar da olsa (602$) ceza aldılar.. Belki de dünya üzerinde Osasuna taraftarı kadar oyunu soğutmayı bilen ve bunu takımın performansıyla paralel olarak yapabilen çok az taraftar kitlesi vardır.. Unutmadan söyleyelim taraftarının zaman zaman maçlarda Che Guevara bayrakları açtığına da şahit oluyoruz…

Henüz 13-15 yaşlarında izlerken hiçbir futbolcusunun ismini bilmediğim gizemli bir takımdı benim için, aslında hala daha ender gelişen Osasuna atakları hakkında birçok şey gizemini koruyor. En büyük temennimiz ise ender gelişen Osasuna ataklarının La Liga semalarında hiç kesilmemesi!
Saldır Osasuna!

22 Aralık 2010 Çarşamba

Omonia Araştırması


Geçen gün hangi takımı araştırıp yazsam diye kara kara düşünürken Apoel – Pınar Karşıyaka basketbol maçındaki olayları gördüm ve aklıma, geneli milliyetçi olan Apoel taraftarlarına; tribünlerinde zaman zaman açtıkları KKTC bayrakları ve giydikleri Che Guevara tişörtleriyle karşılık veren, ezeli rakibi Omonia takımı geldi.

Omonia kelime olarak “birlik” anlamına gelmektedir. Kulübün tam adı ise; “ Athletic Club Omonia Nicosia”… Burada Nicosia, Lefkoşa oluyor… Bir nevi Lefkoşa Birliği gibi… Omonia , 1948 yılında Kıbrıs adasının en büyük şehri olan Lefkoşa’da kurulmuş. Kulüp, Kıbrıs Birinci Ligi’nin ezeli rakibi Apoel ile birlikte en başarılı iki takımından biri. İki takımın da lig tarihinde 20 şampiyonlukları var. O yüzden bu sezon aralarındaki rekabet daha da önemli hale gelmiş durumda… Çünkü kazanan şampiyonluklarda bir adım öne çıkacak. Omonia’nın tarihine baktığımızda 1973-74 ve 1984-85 arasındaki 12 sezonda 11 şampiyonluk yaşadığını görüyoruz. Zaten Apoel’i bu dönemde yakalayıp geçmişler… Bu yıllardan sonra kulüp, duraklama evresine girmiş. Son 21 sezona baktığımızda sadece 4 şampiyonlukları var. Geçen sezon 6 yıl aradan sonra şampiyonluk yaşamışlar. Bu sezon da 15 maç sonunda rakipleri lider Apoel’in 7 puan gerisine düşmüş durumdalar. Sezonun bitmesine daha 11 maç var fakat formda Apoel’i yakalamaları pek kolay gözükmüyor. Kulübün efsanesi tartışmasız Sotiris Kaiafas… Kaiafas, 1967-84 yılları arasında Omonia’da oynamış, Kıbrıs Ligi’nde 8 kez gol kralı olmuş, 1976 yılında Avrupa Altın Ayakkabı ödülünü kazanmış, Uefa tarafından 20. yüzyılın en iyi Kıbrıslı oyuncusu seçilmiş bir isim… Şimdilerde ise kadrosundaki en tanıdık isimler Lomana Lua Lua ve 2005-2007 yılları arası Ankaraspor forması giymiş kaleci Dragoslav Jevric… Takımın isminin anlamının birlik olmasından mıdır bilinmez ama şu anda kadroda bulunan 26 oyuncudan 14’ü farklı uyruklara sahip… Ek olarak; Omonia, maçlarını yaklaşık 23.000 kişilik GSP Stadı’nda oynamakta… İşin enteresan tarafı bu stadı şehrin diğer takımları ve ezeli rakipler Apoel ve Olympiakos Nicosia da kullanmakta…


Gelelim Omonia tribünlerine… Takımı, Yunanistan iç savaşı sırasında kurulan ve aşırı milliyetçi kesimin desteklediği Apoel’e karşı, solcu kesimin kurduğu biliniyor. Hatta kulübü kuran kişilerin Apoel’in sağ görüşüne uymayan kişiler tarafından tepkisel olarak kurulduğu da söyleniyor. Bu bakımdan da Omonia taraftarı, Apoel taraftarlarınca “hain“ olarak görülüyor. İşin diğer boyutu da Apoel taraftarları bu bağlamda onları, Celta Vigo taraftarının Deportivo La Coruna taraftarına yakıştırdığı gibi; “Türklük” ile suçluyor! Onlar da aynı Deportivo taraftarının verdiği karşılık gibi; tribünlerde Türk bayrakları ve KKTC bayrakları açıyor. 

 

Kulübün en ünlü taraftar grubu Gate 9… Apoel taraftarı gibi saldırgan ve aşırı milliyetçi bir duruş sergilemezler tribünde… Genel anlamda kulübün isminin anlamı olan birlik ve dostluk mesajları vermekten de kaçınmazlar ayrıca… Bu bakımdan Omonia, Kıbrıs Rum Kesimi’nin en özel kulübüdür gözümde... Umarım ilerleyen yıllarda Avrupa kupalarında da daha güzel işler yaparlar.
Saldır Omonia!

20 Aralık 2010 Pazartesi

Athletic Bilbao > CD Baskonia



Athletic Bilbao’nun nasıl bir takım olduğunu Avrupa futboluyla ufaktan ilgili birçok kişi bilir. Real Madrid ve Barcelona ile birlikte La Liga kurulduğundan beri (1929) bu ligde mücadele etmiş ve hiç düşmemiş üç takımdan biridir. Kimi zaman düşme potasında görmüşüzdür Bilbao’yu, kimi zaman bu sene olduğu gibi Avrupa Kupalarına katılmaya çalışırken... Fakat  La Liga tarihinde hiç de azımsanmayacak kadar ( 8 kez şampiyon, 7 kez ikinci ) kafaya oynamış da bir takımdır Bilbao... Bu takımın La Liga başarısının dışında bir diğer göze çarpan özelliği de tahmin ettiğiniz gibi kadrosunda sadece Bask kökenli oyunculara yer veriyor olması. Üst sıralara da oynasalar, küme düşmemeye de oynasalar hiçbir zaman değiştirmedikleri gelenekleri bu... Bu geleneğe ne kadar sadık olduklarını anlatmak için küçük bir örnek Lizerazu olabilir… Kulübün tarihindeki ender yabancılardan olan Bixente Lizerazu, kulüpte oynadığı tek sezon olan 1996-1997 yılı boyunca kendi taraftarlarınca ıslıklanmış. Üstelik de Lizerazu, Bask bölgesinin Fransa sınırına dahil olan Saint-Jean-de-Luz bölgesi doğumlu… Yani o da aslında bir Basklı!

Şimdi gelelim asıl konumuza… La Liga gibi bir ligde çok güçlü takımlara karşı mücadele etmiş Bilbao nasıl olur da böylesine kalıcı olabilir? Elbette çeşitli maddelerle açıklayabiliriz bu başarıyı... İstikrar, futbol kültürü, yönetim başarısı, sistem… Fakat bu maddelerin en üstünde tabii ki altyapı geliyor. Bu  bakımdan CD Baskonia takımı Bilbao açısından çok önemli... CD Baskonia, 1997 yılından bu yana Bilbao’nun B takımından sonra gelen üçüncü takımı olmuş. Yakın geçmişte hep İspanya’nın 4. Ligi’nde mücadele etmişler. Bu sezon da aynı ligdeler. Yani Bilbao ile pilot takım olduğundan beri lig atlamamışlar. Zaten tarihlerinde; 7 sezon ikinci ligde, 8 sezon üçüncü ligde ve 44 sezon 4. ligde oynamışlar. Bu durum, basit olarak bakıldığında, Bilbao ile pilot takım olduklarından bu yana, sportif başarı anlamında bir gelişme gösteremediklerini anlatıyor. Fakat Bilbao açısından durum çok farklı... Bilbao’nun bugünkü kadrosunda bulunan 24 oyuncudan 11’i profesyonel kariyerine Baskonia forması ile başlamış. Geçmişte Baskonia forması giymiş en tanıdık isimler ise; “Hakan Şükür tipi forvet” Fernando Llorente, şu sıralar kendini Birleşik Arap Emirlikleri Ligi’nde harcayan, fakat -ortaokul ve lise yıllarımda İspanya Ligi özetlerini Trt verirken- hep o müthiş sol ayağıyla attığı gollerle hatırlayacağım Francisco Yeste, şimdilerde Deportivo kalesini koruyan Aranzubia, tecrübeli defans oyuncusu Luis Prieto ve doğuştan Basklı olmasa da Bilbao efsanesi olma yolunda ilerleyen Amorebieta…


Bask bölgesine yakın bir yer olan Pamplona bölgesinin takımı olan Osasuna altyapısında forma giymiş oyuncular da var Bilbao kadrosunda… Bu küçücük coğrafyada kurduğu altyapı sistemi ve bu sisteme daima bağlı kalmasıyla Avrupa’da her zaman en çok kıskandığım takım olmuştur Athletic Bilbao. Tabii taraftarın kulübe bağlılığını ve San Mames stadını da söylemeden geçmeyelim. ( Yukarıdaki fotoğraf karesinde görünen; Barcelona’ya geçen sene 4-1 kaybettikleri İspanya Kupası finali sonrası şehirde takımı karşılayan 80.000 taraftar ve Bilbao'lu oyuncular...)
Saldır Bilbao!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Rusya'daki tribün sorunu


Rusya’da son zamanlarda artan ırkçılık haberlerine bir yenisi de Kremlin Meydanı’ndan geldi..Spartak Moskova taraftarı polisle çatışmış. Çünkü, 6 Aralık’ta Kuzey Kafkasyalı gençlerden oluşan bir grup ile Spartak Moskova taraftarı arasında kavga çıkar, bu kavgada bir Spartak Moskova taraftarı silahla vurularak öldürülür. Yaklaşık 6 bin Spartaklı da arkadaşlarının öldürüldüğü otobüs durağına çiçekler ve Spartak yazılı atkılar bırakarak onu anmak isterler. Fakat durum göründüğü kadar masum değil. Ulusalcı ve dazlakların da destek vererek provake ettiği söylenen olaylarda işin içine polisler de girince tabi ortalık iyice karışır. Meydanda dev yılbaşı ağacı da ateşe verilir, polislere demir parçaları atan taraftarlara polis daha sert müdahale eder. Moskova emniyet müdürü Spartak taraftarı temsilcileriyle olayların büyümemesi ve taraftarı öldüren kişilerin yakalanacağı yönünde toplantı yapar.
Yaralıların çok olduğu yönünde bilgiler var. Üstelik ağır yaralılar da varmış. Spartaklı taraftarlara karşılık, Kafkasyalı gençler de ilerleyen günlerde protesto yürüyüşü düzenleyecekleri söyleniyor. Görünen o ki; kavgayla patlak veren bu olaylar artık etnik bir sorun haline dönüşmüş durumda…


Geçtiğimiz aylarda da Lokomotif Moskova taraftarı tribünlerde eski oyuncuları, Taşkent doğumlu fakat Nijerya milli takımında oynayan, Peter Odemwingie aleyhine pankart açmıştı. Pankartta, Odemwingie’yi Lokomotif Moskova takımından transfer ettiği için West Bromwich kulübüne teşekkür ettiklerini belirtmişti Lokomotif Moskova taraftarı…
Son yıllarda patlak veren ırkçı olaylar ve takımların bu yüzden aldığı cezalar düşündürücü. Bu tarz haberlerin arka arkaya Rusya’dan gelmesi daha da düşündürücü. Üstelik 2018 Dünya Kupası organizasyonunu daha yeni almışken.